Ya çoğunluk vakıfları!

Tuhaf bir tartışma düzlemindeyiz. Parçalı, baÄŸlamından koparılmış, bütünlükten yoksun yaklaşımlar… Bu parçalı gerçekler bütünün anlaşılmasını engellediÄŸi gibi toplum vicdanını da teslim alıyor, belli bir bakışı adeta dayatıyor.

Cumhuriyeti kuran seçkinlerin kendi içinde bir bütünlüklü bakış açıları, dertleri vardı. Eski olan her şey geçersiz, hatta kötü idi; medeniyet anlayışında değişim gerekiyordu. Radikal biçimde bir toplumun medeniyet algısının ve değerlerinin değişebileceğine inanmışlardı. Toplumsal maliyetine aldırmadan her alanda batılılaşmaya adeta iman etmişlerdi.

Ne var ki, Ankara’da biçilen gömlek Anadolu’ya uymadı. Artık ‘deli gömleÄŸi’ gibi duran projelerin, aynı bütünlük içinde ele alınmak yerine, parça parça yamalarla restore edilebileceÄŸi varsayılıyor. Bu durum bütündeki yanlışın, paradigmatik uyumsuzluÄŸun fark edilmesini engelliyor.

Cumhuriyetin ulus inşa projesinin en sıkıntılı yanlarından biri din-devlet ilişkisinde ortaya çıktı. Bu bağlamda azınlıklar, Aleviler, Diyanet vs. görünür planda tartışmaların odağında duruyor.

Mesela Alevi sorununu modernleşme, toplumun sekülerleştirilmesi, yeni bir ulus kimliği icat etme gibi temel tasarımları anlamadan çözmek ne mümkün. Cemevlerinin statüsünü tartışırken tekke ve zaviyelere dair uygulamaları konuşmadan neyi çözmüş oluruz? Belki yeni sorunlar çıkarır.

Bu süreçte Müslüman çoğunluğun sanki bu seküler modernleşme projesinin sorumlusu gibi sürekli itham altında tutulması da, hem sorunun temelinde yatan siyasal, ideolojik ve sınıfsal yapının kavranmadığını, hem de çözüm gibi gerçek bir niyetin olmadığını gösteriyor.

Gerek Alevi meselesinde gerekse azınlıklar konusunda Diyanet baÄŸlamında dindarlara ve Müslüman çoÄŸunluÄŸa yöneltilen itham; ‘Vergilerimizle neden SünniliÄŸi finanse etmek zorunda olalım?’ itirazıyla temellendiriliyor.

Bu itirazın miyopluğu kadar, buna karşı çıkan dindar kesimin de din-devlet ilişkilerinde olayın ekonomik boyutuna dair önemli bir hususu tartışmaktan kaçındığı, hatta bazı temel hususlardan bihaber olduğu anlaşılıyor.

Gündeme getirilmeyen en önemli hususlardan biri devletin sadece dini ve din anlayışını tekeline almış olması değil, Müslüman çoğunluğun dini gerekçelerle kurduğu ekonomik kaynaklara da el koymuş olduğu gerçeğidir. Bunun en çarpıcı örneği Müslüman halkın kurduğu, Osmanlıdan miras kalan vakıflardır.

Azınlık vakıflarını konuşurken, camilerin devlet tarafından finanse edildiğinden itirazla haksızlığa karşı çıktığını sananların devletin el koyduğu kaynakların hesabını bildiklerini hiç sanmıyorum. Azınlıkların vakıflarına el konduğu gibi Müslüman çoğunluğun tüm maddi manevi varlığına devletin el koyduğu gerçeği önemsizleştiriliyor.

Cumhuriyet kurulduÄŸunda, Müslümanlara ait olup da el konulan vakıf mallarının ülke topraklarının üçte ikisi civarında olduÄŸu tahmin ediliyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Tapu ve Kadastro Kanunu kapsamında birçok vakıf malı belli kiÅŸiler adına tapuda tescil edildi. ‘Vakıf zengini’ tabiriyle anılan bu kesim yeni dönemin ayrıcalıklı sınıflarını oluÅŸturdu. Böylece rejim kendine sınıfsal dayanak oluÅŸturdu. Bu yaÄŸmadan arta kalan malvarlığı ise idari olarak iki müesseseye baÄŸlandı: Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı.

Tıpkı toplumun siyasal dizaynla batılılaÅŸtırılması giriÅŸiminde olduÄŸu gibi vakıflar da yabancı uzmanlar eliyle düzenlenmiÅŸ, dini kaynaklı ekonomik birikim devlet denetimine geçirilmiÅŸti. Vakıflar kanununu düzenlemesi için dönemin ünlü hukuk uzmanı Prof. Dr. Leemann’ın Türkiye’ye davet edilmesi bu topyekun deÄŸiÅŸimin ibresini göstermesi açısından önemlidir. Medreseler de benzer bir formülasyonla gelir kaynağı olan vakıf gelirleriyle birlikte Milli EÄŸitim Bakanlığı’na aktarılmış, gelirlerine el konmuÅŸ ve hükmen kapatılmıştır.

Devasa vakıf zenginliÄŸinin devletleÅŸtirilmesi, seküler devletin hizmetine sunulması gibi doÄŸrudan dinden kaynaklanan yapıların sisteme kaynak oluÅŸturduÄŸunu sorgulamadan parçalı düşünme, sorunları çözmede yetersiz kalacaktır. Ankara’da biçilen gömlek dar gelmiÅŸ, zamanla yıpranmaya, parçalanmaya baÅŸlamışsa yenilenmeye nereden baÅŸlanması gerektiÄŸini anlamak için bütünü görmek gerek.

Ne Diyanet tartışmaları ne din-devlet ilişkileri ne de azınlık meselesi bu konudan bağımsız ele alınamaz. Kaldı ki Müslümanların mağdur oldukları bir düzenlemeden dolayı itham edilmeleri, hatta psikolojik olarak suçluluk duygusuna itilmeleri toplum mühendisliğine dönüşüyor.

Ýlgili YazýlarDüşünce, Siyaset

Editör emreakif on September 21, 2013

Yorumunuz

Ä°sminiz(gerekli)

Email Adresiniz(gerekli)

KiÅŸisel Blogunuz

Comments

Diðer Yazýlar

Bir Önceki Yazý: